TOROS YÜZLÜ ADAM OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ

‘’Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.’’ hadis-i şerifi doğrultusunda davasının gür sesi olmuş, hayatını mazlumların yanında, doğruyu haykırmaya adamıştı.
O, Allah demenin bile suç sayıldığı yıllarda “Allah, vatan, millet’’ diye haykıracak kadar koca yürekli bir gönül adamıydı. İnandığı dava uğruna, hapishanelerin soğuk duvarları arasında sessiz çığlıklar atmayı göze alarak işkenceler görmüş, inanç ve fikir dünyasını sadece kâğıtlara değil, gönüllere nakşetmişti.
İşte bir gönül kahramanının altmış altı senelik mücadelesinin hikâyesi…
“SER’’DEN GEÇEN ADAM
Bir dava uğruna tüketilen bu nefes, takvim yaprakları 1917 senesini gösterdiğinde, Antalya’nın Akseki kazâsında hayat buldu. Asıl adı Osman Yüksel Zeki olan fikir adamının babası, Cumhuriyet döneminin en uzun soluklu müftüsü Ahmet Salim Efendi’dir. Oğluna Osman ismini koyan babası, o yıllarda yıkılıp çökmekte olan devletine karşı da son vefa borcunu böylelikle gerçekleştirdi. Aralarında Ahmet Hamdi Akseki, Hacı Salih gibi isimlerin de bulunduğu bir aileye mensup olan Osman Yüksel, ilkokulu Akseki’de, ortaokulu yatılı olarak Antalya’da, liseyi ise Ankara Atatürk Lisesinde okudu. Liseyi bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesine kaydını yaptırdı.
Davasına olan bağlılık ve gençliğin vermiş olduğu hararet ile 23 yaşında iken Mayıs 1944'te meydana gelen olaylara karıştı. Bu olaylarda boy göstermesi, son sınıfın son günlerinde öğreniminin yarıda kalmasına sebep oldu. Dönemin siyasi birkaç ismiyle birlikte tutuklu kalarak “tabutluk” olarak adlandırılan hücrelerde aylarca kaldı. Başında 1500 wattlık bir ampulle her gün saatlerce işkence gördü.
Osman Yüksel, serbest bırakılınca fakülteye tekrar başvurdu. Öğrenimine kaldığı yerden devam ederek mezun olmak istediyse de olaylara katıldığı için kendisine izin verilmedi. Bu durum üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben eşi benzeri görülmemiş bir yüreklilikle sert bir yazı kaleme aldı. “Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline…’’ satırlarının sahibi, hapishane duvarlarının tanıdık ismi Osman Yüksel, bunun sonucunda tekrar hapishanenin yolunu tuttu.
Fikir dünyasını ve kalemini, ömrünü adadığı davasındaki en güçlü araç olarak gören Osman Yüksel, hapisten çıktığında “Serdengeçti’’ dergisini çıkarmaya başladı. Bu mecmua halk tarafından öylesine benimsendi ki, ismi kamuoyu tarafından Osman Yüksel’e ithaf edildi. Böylece Osman Yüksel, “Serdengeçti” olarak ikinci kez doğdu. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide basılan yazıları nedeniyle, hakkında sık sık dava açılarak, bir tutuklanıp bir serbest bırakıldı. Başlığının altında “Allah, Vatan, Millet Yolunda” cümlesi yer alan dergideki yazılarında mütemadiyen kullandığı “Açın kapıları Osman geliyor.” sözü, yeni tutuklanmalara her an hazır olduğunu gösteriyordu. Kendisine “Serdengeçti” unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve yayımlanan yazılarından dolayı çok sayıda mahkûmiyet kararı çıkması nedeni ile sadece 33 sayı hayata tutunabildi.
Osman Yüksel Serdengeçti, 1952 yılında “Bağrı Yanık’’ adlı bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında “Hak yolunda bağrı yanık yolcular” sözü yer alan bu gazetede ebedi mücadelesini, edebi zengin esprilerle dolu olan yergileriyle sürdürdü.
1965-1969 yılları arasında siyaset dünyasına atıldı. Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçilerek bir dönem parlamentoda görev yaptı. Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştirel tavır sebebi ile Adalet Partisi'nden ihraç edildi. Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayımladığı yazı ve kitaplarla devam etti. Son olarak “Yeni İstanbul’’ gazetesinde “Selam’’ başlığı altında günlük fıkralar yazdı.
Hastalığının vermiş olduğu ağırlığı daha fazla kaldıramayan Osman Yüksel, asıl “Ser” den geçerek 10 Kasım 1983 senesinde bu dünyadan beraat ederek sonsuz olan hakiki davaya doğru yola çıktı.
Güzel Yürekli, Büyük Dava Adamı,
Mekânın cennet olsun.
KRAVATSIZ VEKİL
Kravatı, Doğu’ya giden gemide, Batı’ya koşanların getirdiği bir yenilik gibi görenlerden olan Serdengeçti, hayatında hiçbir zaman kravat takmadı. Milletvekilliği döneminde, meclis oturumlarına çok defa kravatsız geldiği için de ikaz alan Osman Yüksel, bu tutumunu tekrarladığı bir gün meclise alınmadı. Görevliler, Serdengeçti’ye kravat takmadan içeriye giremeyeceği söyledi. O da dışarıya çıkıp bir kravat buldu ve tekrar meclisin yolunu tuttu. Biraz sonra Osman Yüksel’in, kravatı boynuna değil beline bağladığı anlaşıldı. Lütfen boynunuza takın diye aldığı ikaza “İç tüzükte nereye takılacağı belli değil, istediğim gibi takarım.’’ karşılığını verdikten sonra belindeki kravatla oturuma iştirak ederek şaşkın bakışlar arasında yerine oturdu.
KİRALIK EVİNE ÖVGÜ
Serdengeçti bir gün, Ankara Cebeci’deki evini kiralamaya gelen adama evini şöyle methetmiş:
‘’Ev, çok merkezi bir yerde bulunuyor. Camdan hastane manzaralı, balkondan hapishane, kapıdan çıktığınızda da mezarlığa bakar. Zaten hayatımız da bu üçü arasından geçiyor.’’
AYASOFYA
1952 senesinde Türkiye’ye gele Patrik Athenagoras, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dan, Ayasofya’nın kiliseye çevrilmek üzere kendilerine verilmesini ister. Döneminde büyük yankı uyandıran bu olay, Osman Yüksel’in de dikkatinden kaçmaz ve bunun üzerine sert bir makale ve iğneleyici bir şiir yazar. Kaleme aldığı makaleden sonra aleyhine milli mukavemeti kırdığı, Türk- Yunan dostluğunu ihlâl ettiği iddaası ile kamu davası açılır. Serdengeçti, mahkemede yaptığı şu ünlü konuşma ile beraat eder:
“Savcı, tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Ayasofya’nın tekrar cami haline çevrilmesinde benim ne gibi hususi maksadım ve menfaatim olabilir? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim, yoksa imamı mı olacağım? Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. Böyle bir yazıyı yazmaktan dolayı kendimi müdafaa etmekten utanç duyuyorum.’’
Ömrünü milli değerlerine sahip çıkmaya adamış olan Osman Yüksel’in “Ayasofya” şiirinden bir kesit:
Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?
Hani minarelerinden göklere yükselen
Ta maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilâhi devir, ilâhi nizamlar?
Ayasofya ses vermiyor
Ayasofya bir hoş
Ayasofya bomboş!
Hani nerede?
Şu muhteşem minberde
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?
Ayasofya! Ayasofya!
Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?
YARISI EŞEK
Osman Yüksel, yine milletvekili olduğu dönemde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken milletvekilleri masaların üstüne vurup protesto ederek konuşmasına engel olmaya çalıştılar. Bunun üzerine Osman Yüksel sinirlenerek:
“Bu meclisin yarısı eşektir.” deyip kürsüden indi.
Vekiller bu durum karşısında:
“Meclisin şahs-ı mânevisine hakaret söz konusudur, sözünü geri alsın.” diyerek itirazda bulundular. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelerek:
“Tamam, sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı eşek değildir.” der.
ALLAH MÜSLÜMAN’I KORUSUN
“Tanrı Türk'ü Korusun.” sloganının ve Allah- Tanrı kavramlarının çokça tartışıldığı dönemde, bir tartışmada şöyle demiştir:
“Ne tartışıyorsunuz? Tanrı Türk'ü, Allah da Müslüman'ı korusun.”
ARABA MARKASI GİBİ HASTALIK
Serdengeçti, ilerleyen yaşlarda parkinson hastalığına yakalanır. Fakat her şeyin Allah’tan geldiğine inanan bir mütevekkilin gönül rahatlığıyla bu duruma aldırmaz. Hatta zaman zaman hastalığını alaya bile alır:
“Parkinson öyle hoş bir isim ki, araba markasına benziyor. İnsanın ‘keşke benim de bir parkinsonum olsa’ diyesi geliyor.’’
TÜRKİYE’Yİ KARIŞTIRAN OSMAN…
Serdengeçti, parkinson hastalığına yakalandıktan birkaç gün sonra, arkadaşları geçmiş olsun ziyaretine gelir. Ziyaret sırasında çaylar demlenip servis edilir. Serdengeçti şekerlerden birini eline alarak uzun süre uğraştıktan sonra ancak bardağa atmayı başarır. Sıra ikinci şekere gelir, uğraşır ama atamaz. Sonunda:
“Hey gidi Osman hey… Bir zamanlar Türkiye'yi karıştırırdın. Şimdi çayını bile karıştıramıyorsun.” der.
KAPIDA BAŞLAYAN DÖNEKLİK!
Serdengeçti milletvekili sıfatıyla Meclis’e gireceği ilk gün, sabah erkenden arkadaşıyla birlikte yola çıkar. Arkadaşı başlarından geçen olayı şöyle anlatıyor:
“Meclisin döner kapılardan girdim, Osman Ağabey de arkamdan girdi. Ben çıktım. Bir sağıma baktım, bir de soluma… Osman Ağabey yok. Baktım ki kaptırmış dönüyor kapıda rahmetli. Çektim kolundan çıkardım. Osman Ağabey:
"Ulan!" dedi, "Daha girmeden kapısında başladı döneklik. Allah içeride bize yardım etsin."
PARKİNSON TİTREMESİ
Hasta olarak gittiği bir toplantısında rahmetli Türkeş'e söylediği sözlerdeki nüktedanlık, uzun zamandır hafızalardaki yerini koruyor:
"Alparslan Bey, siz bir kere ‘Ey Türk! Titre ve kendine dön.’ dediniz. Ben de titremeye başladım. O gün bu gündür titriyorum ve bir türlü kendime gelemiyorum!”
YÜKSEK VEKÂLETİN ALÇAK VEKİLİNE
Osman Yüksel Serdengeçti, 1944’te meydana gelen olaylarda ön saflarda bulunmak, Türkçülük hareketine öncülük etmek, talebeleri hocalarının aleyhine kışkırtmak, devlet büyüklerine hakaret etmek gibi suçlardan, son sınıfın son günlerinde okuldan uzaklaştırılıyor. Bunun üzerine zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e şöyle bir dilekçe yazıyor:
Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline /ANKARA
Ben 3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin Felsefe şubesinin son sınıfının son noktasından bir telefon emrinizle okuldan atılan ben Osman Yüksel, İstanbul'a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutlara tıkılıp zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir. Hakkımı istiyorum efendi hakkımı! Senden bahşiş istemiyorum! İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım! Beni tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez!
ESERLERİ
Mabedsiz Şehir
Bu Millet Neden Ağlar? ,
Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?
Ayasofya Davası
Mevlana ve Mehmet Akif
Türklüğün Perişan Hali
Gülünç Hakikatler
Kara Kitap
Müslüman Çocuğunun Şiir Kitabı
Radyo Konuşmaları
Akdeniz Hilalindir